28 Aralık 2009 Pazartesi

En....

En güzeli küçük bir evde kocaman mutluluklar yaşamak
En güzeli en sevdiğin şarkıda ağlamak
En güzeli en çok sevdiğinin yanında gülmek
En güzeli en kıymetlinle yaşamak
En güzeli herkesi anlayabilmek
En güzeli yanlış da olsa bir karar verebilmek
En güzeli 1 kişiye bile olsa güvenebilmek
En güzeli koşulsuz sevebilmek
En güzeli kocaaa bir aileye sahip olabilmek
En güzeli sevildiğini bilmek
En güzeli patlamış mısırla film izlemek
En güzeli 'onun'la dans etmek
En güzeli sevdiğini söyleyebilmek
En güzeli acımadan merhamet edebilmek
En güzeli en kötüyü bile unutabilmek,
En güzeli şükredip teşekkür edebilmekTİRR....

Evet en güzeli bunlara sahip olabilmektir de hangimizde vardır bu güzellikler???!!!

HAYAT

Müthiş bir karmaşanın içinden öylesine acı dolu seslerle çıkmaya çalıştı ki yerinden; tam kalkmaya çalıştığı anda biri onu çekti ve havaya savurdu . Düştüğü yerde öylece tavana bakakaldı; gözlerinden süzülen iki damla yaşı izledi durdu. Gittikleri yolu vardıkları yeri izledi. İzledi izlemesine de bir anda fark ettik ki kocaman bir gökyüzünün pamuk gibi bulutlarının içersinde hayatının en anlamlı anını yaşıyordu.Onlarca melek tepesinde dolasıyor en mükemmel şarkıları mırıldanıyorlardı. Kapattı gözlerini , hiç bitmemesini istediği müziğin elbet sonunun geleceğini düşünerek. Sonra birden ayaklandı ve sonsuz bir boşlukta kendinden gecercesine dans etmeye başladı. Korkuyordu gözlerini açmaya; ya uyanırsa ya kaybolursa her şey diye. Tüm bunları düşünürken birden bir şey çekti çıkardı onu o andan. Daha ne olduğunu anlamadan bir de baktı ki kocaman bir gökkuşağının tam da ortasında duruyordu. Yürümeye başladı o müthiş renklere doğru ; ama attığı her adım biraz daha uzaklaştırıyordu onu renklerden. Bu sefer hızlanmaya başladı yakalamak için gökkuşağını; iyice hızlandı ve koşmaya başladı. Ama nafile... Bir türlü yakalayamıyordu. Sonra kocaman bir boşluğa düştü birden. Düştüğü yerin ıssız , uçsuz bucazsız bir nehir olduğunu anlaması uzun sürmedi. Eski bir kayıkla nehrin ortasında bir başınaydı. Huzurlu bir sessizlik vardı etrafta ;ama kimselerin olmaması içten içe ürkütücüydü de. Kürekleri alıp ilerlemeye başladı kayıkla. Sonsuz bir boşlukta kürek sallıyordu. Bir silüet belirdi birden tam karşısında. Anlamaya çalıştı kim olduğunu ; ama bulamadı maalesef. Artık iyiden iyiye sıkılmaya başlamıştı nasıl bir yerdeydi, neden böyle bir anın içinde gidiyordu anlam veremiyordu. Tüm bu belirsizliklerin içinden çekip çıkarılmak istiyordu ama bunu yapabilcek biri etrafta yoktu. Öylece savrulup duruyordu. Rüzgar nereye eserse, birileri nereye çekerse onu kapılıp gidiyordu.....
...
Kafasındaki tüm karmaşayla birden açıldı gözleri. Karşısında gördüğü tek şey çok güzel bir melekti.Hem de ona şarkılar söyleyenlerden biriydi. Bakışları ve verdiği huzur onu sakinleştirebilen tek şeydi. İşte o zamn anladı ki hayatının başıyla sonu aynı. Bu hayatta tek bir kalp vardı onun için o da hep yanında ve kalbinin en derinlerindeydi....

1 Aralık 2009 Salı

Eski bir konak


Bu bayram tailinde de yine evde durmadık ve başta istemeye istemeye Safranbolu'ya doğru yola koyulduk.Daha önce Saranbolu'ya gitmiştim; ama ilk defa Bağlar'a gittim ve o kadar hoşuma gitti ki orası inanılmaz keyif aldım.Tam bana göre bir yer dedim kendime ufak bir semt,biribirini senelerdir tanıyan insanlar ve çok güzel konaklar...Halamlarla beraber bol bol gezdik, yedik ve güldük.Hatta hayatımda ilk defa yarım porsiyon köfte ekmeği bir oturuşta bitirdim hem de o çok meşhur Bağlar gazozuyla:)İnanaılmaz şirin bir yer daha kaşfetmiş olduk:Safranbolu Safir Konak.Safranbolu'ya giden herkesin kesinlikle görmesi gereken bir yer.Rengarenk bir bahçe içinde kazlarla bir çay keyfi fena olmuyormuş:)Tüm bunlar bir yana aslında orada beni en çok etkileyen yer eski bir konaktı.Bu sene restoresine başlanıp otel olacak eski bir Safranbolu konağı.Şu anda dökük ve bakımsız olan bu konakta yaşayan onlarca şey keşfettik.Kitaplar, telefonlar,eşyalar ve de masanın üstünde duran bir asker şapkası.Onu ilk Vuslat(kardeşim) gördü ve bana da gösterdi.Hemen resmini çektim ve birden içim bir cız etti.
Şapka öylesine asil duruyordu ve öylesine eskimemişti ki birden kafamın içinde milyonlarca şey gezinmeye başladı.Vuslat'la biribirimize hep acaba kim yaşadı burda, nasıl bir aileydi, kim bilir neler yaşandı bu konakta? gibi sorular sormaya başladık.Bir de bunun üzerine 1932den kalma çok güzel bir ingilizce kitap bulunca merakım iyice arttı.Onlarca kitap vardı konakta; arapça, almanca, ingilizce ,türkçe.
Koca bir dolabın içi kitaplar ve ansiklopedilerle doluydu.Bir de dolapta metal bir kutu vardı.Onu alıp dışarıya çıkarınca içinde ilaçlar ve kapana benzeyen metal araçlar bulduk.İyiden iyiye sarmıştı bizi bu konak.Yeni sahibi ise tarih köşesi yapmak için kitapları ve diğer eşyaları çocuklarına toplatıyordu; ama ben o 1932 yılına ait kitaba takmıştım; ne olursa olsun almalıydım onu.Bu yüzden ev sahibinin kocasına sorup;iznimi aldıktan sonra kitap benim olduBu kitabı himaye etme görevi ise halamdaydı; o hala kadın aldığımızı görürse sorun çıkarabilir diye sevimli bir telaş içindeydi.Ama tüm bu kitaplara ve eşyalara rağmen beni o şapka her bakışımda niyeyse çok etkiliyordu.Sanki yıllardır tek başına yaşımış, her şeye karşı direnmiş bir insan duruyordu karşımda.Kim bilir kimdi? Nasıl bir hayattan savrulup gelmşti? hala bunu düşünüyorum ve çok merak ediyorum.Umarım bir gün şapkanın hikayesi bana ulaşır ve ben de burdan herkese belki de çok ilginç bir hikayeyi anlatmaya başlarım:)

25 Kasım 2009 Çarşamba

Alışmak


'Birşeylere alışmak başta dünyanın en zor şeylerinden biriymiş gibi gelir insana; fakat daha sonradan öyle bir fark ederiz ki nasıl da alışmış olduğumuzu, buna şaşıramayız bile.Aslında benim en çok korktuğum şeylerden biridir alışmak.Acılara, mutluluklara,heyecanlara alışmak çok korkutucu gelmez mi insana!Bana öyle geliyor hem de fazlasıyla.Birşeye tepkisizleşmek istemeyişimin nedenini tam olarak anlayamasam da bunu yaşımla bağdaştıramadan da duramıyorum.Deneyim dedikleri şey var ya işte o bazen çok da tehlikeli olabiliyor bence.Yaşanılan her deneyim sonrası hayata her seferinde biraz daha temkinli başlıyoruz.Bırakamıyoruz kendimizi şöyle bir rahat rahat acımızı yaşayalım,heyecanımızı sonuna kadar hissedelim ya da mutluluğu tekrar tekrar yaşayabilelim;ama hayır biz bunların yerine olaylara alışmayı, kabullenmeyi tercih ediyoruz.
Zaten bir şeylerle savaşmak her zaman en zoru olmamış mıdır?Emek vermek, çaba göstermek daha meşakkatlidir di mi? Kim uğraşır!!!
Bana kalırsa açgözlülüğümüzün en önmli nedenlerinden biri de alışmaktır.Alıştığın şey önemini kaybeder çünkü senin için.Sıradanlaşır ve cazibesini yitirir.Ee hal böyle olunca da insan ister de ister... Hiç ama hiç bitmez isteklerii.Tamam bitmesin isteklerimiz ;ama en azından kıymet bilelim!!'

Havadan Sudan

Bu aralar o kadar yorgunum ki her sabah gözlerim acıyarak uyanıyorum.Şimdi bu lafları babam duysa aman tanrım!! günde 5 kez gözlerimin nasıl olduğunu sorup duracaktır kesin; ama yapacak birşey yok maalesef biraz pimpirikli bir babam var.Olsun ben onu böyle de çoooooooooookk seviyorum:):) Neyse yani konumuza dönecek olursak nedense yazdan sonra hala erken kalkmaya bir türlü alışamadım.Neden böyle olduğunu anlamış değilim ;ama napalım iyi ya da kötü erken kalkmak zorundayım.Ahh bu zorunluluklar beni öldürüyor:(:( Çalışmak zorundayım,kurallara uymak zorundayım,iyi beslenmek zorundayım, kendimi geliştirmek zorundayım, lakayit olmamak zorundayım, zorundayım da zorundayım... bazen çok sıkılıyorum bu sorumluluklardan.Düzenli biri olmama ve düzeni sevmeme rağmen tüm bu zorunluluklar bazen çok sinirime dokunuyor.Yapsan bir hal yapmasan bir hal!! Nolcak bizim bu halimiz?!!En iyisi çekip gidebilmek ; ama nereye kadar di mi? Yani nereye gidersen git yine zorunluluklar peşinde.Ooofff çok dertliyim niyeyse bu aralar:(:(
Aslında pek yazasım da yoktu ;ama böyle zamnlarda yazmak en iyisi benim için.En azından oyalanıyorum, zaman geçiyor.Dün geceki gibi bosbos durmuyorum saatlerce.Öyle iğrenç bir geceydi ki dün, başıma giren ağrının şiddeti ve gecenin o boğucu karanlığı içime bir kasvet getirdi ki hiç sormayın!! Tek düşündüğüm uyuyabilmekti ve nihayet 2 saat sonra isteğim gerçekleşti ve ben uyuyabildim ; yoksa tüm geceyi ayakta geçirebilme potansiyeline sahiptim yani:):p
Neyse bu yazılık bu kadar artık umarım kimsenin böyle kabus gibi geceleri olmaz mışıl mışıl uyuyabildiğiniz geceleriniz olur:):) Şimdiden herkese tatlı rüyalar:):)

24 Kasım 2009 Salı

yedi kocalı hürmüz


Bu hafta arkadaslarla çok hosuma giden bir filme-yedi kocalı hürmüz- e gittim okul çıkısı.Aslında çok kararsızdık;ama yine de izledik filmi.Hikayeyi herkes biliyordur zaten; ama filmde beni en çok güldüren sahneler Hürmüz'ün kekeme kocasının başkalarıyla diyoloğa girmeye çalıştığı zamanlardı.Yani bir ara o kadar güldüm ki kimseyi görmememe ve kimsenin de beni görmemesine rağmen utandım:) Filmin hayran kaldığım diğer 2 şeyi de müzikleri ve kostümleriydi.Filmi sevmeseniz bile o renklilik ve müzikler öyle bir ilgi çekiyor ki ,filmi bırakıp gitmeye kıyamıyorsununz.Şu sıralar izlemeyi çok istediğim 2 filmi (Gecenin Kanatları ve Adını Sen Koy)beklerken, yaptığım en iyi tercih Yedi Kocalı Hürmüz'dü sanırım.Burdan herkesin filmi izlemesini , özellikle de müzikleri dinlemesini şiddetle tavsiye ediyorum.Bu arada Nurgül Yeşilçay ve Gülse Birsel'in oyunculuklarına hayran kaldığımı söylemeden de edemeyeceğim:)
Şimdiden herkese iyi seyirler ve bol eğlenceler:):)

23 Kasım 2009 Pazartesi

Zor Bir İtiraf

Gecelerden hep nefret etmişimdir.Neden bilmiyorum ama bana hep yalnız olduğumu hissettirmiştir ve ben yalnızlıktan nefret ederim.Bu konuda babama çektim galiba.O da aynı benim gibi, daha doğrusu ben de onun gibiyim;etrafımda hep birilieri olsun isterim.
Tatile mi gidicez mesela , ben hemen tuttururum-tabii Vuslat da- birileri daha gelsin bizimle diye.İstisnasız her tatil öncesi konusulur bizim evde bu durum.Tabii bazen sınırlar zorlanır ve kavgalar olur ;ama ne ben ne de Vuslat bundan vazgeçebiliriz.
Hep keşke demişimdir anneme keske 4-5 kardeş olsaymışız.Evlerdeki o curcuna beni hep mutlu etmiştir.Kalabalık ailelere hep çok özenmişimdir o yüzden de.O karmaşada çok güzel bir huzur vardır bana göre.Yani ne olurdu 2-3 tane daha kardeşim olsaydı di mi?!! Keşke.... Aslında sülale olarak gayet kalabalığız ve toplanınca gayet de neşeliyiz; hatta o kadar ki bizim ailemizden müthiş bir sinema filmi çıkabilir.İnanılmaz karakterler ; müthiş tiplemeler ve tabiki çok ilginç sözler ve lakaplar var.
Ailemi çok seviyorum aslında ; fakat sevgimi çok dışa vuramadığımdan olsa gerek bunu pek az belli ediyorum galiba.Dediğim gibi ailemi çok seviyorum ; ama öyle biri var ki benim için gerçekten kalbimde çok özel bir yeri var.Onun bunu okuyabileceğini pek tahmin etmiyorum ;ama olsun belki daha iyidir böylesi.Tüm duygusallığımı ondan aldığıma inanıyorum mesela, ya da en hassas yönlerimi.Hatta siyasi görüşlerimiz bile tıpatıp aynı:):) Evet o çokkkk değerli kişi benim dedem;annemin babası.Nail dedem:) Benim öyle çok mükemmel bir dede-torun ilişkim hiç olmadı; yani ne anneannemle ne de dedemle öyle çok özel vakitler geçirmedim;ama tüm bunlara rağmen içimden öyle şeyler akıyor ki dedeme karşı buna ben bile bazen şaşırıyorum.Dedem beni hep 'ilk göz ağrım ' diye sever ve ben her bunu deyişinde nedense pek bir duygulanırım.Yani onu her ziyarete gidişimizde ööylesine içten sarılmak isterim ki ona;ama sonra bunu çok fazla yapamadığımı fark ederim ve pişmanlık duyarım.Şimdi çoğu kişi bir dede ile torunun neden böyle bir ilişki içerisinde olduğunu merak edebilir; haklı da bir merak bu; ama inanın ben de bilmiyorum.Yani bunu yazarken boğazımda, kalbimde bir yumru hissediyorum , çok klasik ama. Yani ben yakın bir zaman önce bu durumun değişemeyeceğini anladım ve nedense çok sinirlendim kendi kendime.Biz hiçbir zaman dedemle birebir tatile çıkmadık ya da hiçbir zaman birbirimizi arayıp bir program yapmadık.Bunları itiraf etmek gerçekten zormuş;ama yazınca da içim rahatlıyormuş onu anlıyorum.Neden böyle bir yazıya başladım hiç bilmiyorum ; ama şunu fark ettim ki ben -o çok hatıralarımız olmayan adamı- dedemi kaybetmekten korkuyorum hem de çokkkk.Geçen senelerde sağlık sorunu yüzünden defalarca hastahaneye yattı ; ama nedenini bilmediğimiz belki de onun bile bilmediği bir şey yüzünden kendine dikkat etmek yerine sağlığına aynı ölçüde zarar vermeye devam etti ve ailede hiçbirimiz bunun nedenini anlayamadık.Bunu kendi kendime çok sordum aslında niye böyle yapıyor diye hatta ona da sorduk ama hiçbir makul cevap bu sorunun kaarşılığı olamadı.Dedeme hiçbir zaman seni çok seviyorum diyemedim; nedenini bilemediğim bir engel var aramızda.Aslında engel de değil ama bir sınır var demek daha doğru olur sanırım.İşte sırf bu saçma sınır yüzünden dedem belki de benim onu ne kadar çok sevdiğimi hiç öğrenemeyecek.Çok duygusal oldu ; o yüzden bu yazıyı burda bitirmek daha doğru olacak sanırım.Sadece son bir şey: Tüm duyulmamış sevgiler için SENİ ÇOK SEVİYORUM DEDECİM.

21 Kasım 2009 Cumartesi

'En kıymetlim'


Nasıl anlatmalıyım ki onu; yanii bu kadar şahsına münhasır, hassas, kalbinde hiç kötülük bulunmayan biri nasıl anlatılır ki!!En sevdiğim şarkının, en sevdiğim sözüyle onu anlatmaya başlamak daha kolay olsa gerek :'En kıymetlim'.Neden bilmiyorum ama bu aralar fazla duygusalım;ufacıcık birşeyden hemen etkileniyorum o yüzden bu yazıyı da çok duygulanmadan bitirebilsem iyi olacak.
......
1995 senesinde evimize müthiş bir hediye geldii.Ben daha 5,5 yaşındaydım ve o zamanlar bunun ne kadar kıymetli bir hediye olduğunu doğal olarak anlayamıyordum ; aksine saltanatımın bozulmasına neden olan biri olarak görüyordum:) Fakat zaman geçtikçe biz büyürken aramızdaki her şey de giderek büyüdü.Yani küçükken annemlerin bana dediği' elvancım biz Vuslat'ı senin için dünyaya getirdik' sözü giderek anlam kazanmaya başladı.Aramızdaki yaş farkını hep dert eden ben artık onunla zaman geçirmek için heyecanlanır duruma geldim.Kendisi kardeşim diye söylemiyorum; ama dünyanın en güzel gülen, en güzel sevebilen ve en temiz kalpli insanıdır o:)O benim en kıymetlimdir.En çok güvendiğim, en çok özlediğim , en çok sevdiğimdir.Moralim bozulunca hep söylenilen ;ama asıl o söyleyince etki eden 'abla üzülme ya geçer, gerçekten' sözü benim onun ağzından duyup da bıkmayacağım birçok şeyden biri.Çünkü biliyorum ki o laf olsun diye söylemiyor ;kalbinin taaa en içinden buruk bir edayla söylüyor.Yani Vuslat gibi bir kardeşim olduğu için aileme ne kadar teşekkür etsem az.Bu arada bu kadar anlatmışken onu biraz da kavga sebeplerimizden bahsetsem iyi olur sanırım.Onu bu kadar çok seviyorummm evet ; ama bu hiç kavga etmediğimiz anlamına da gelmiyor tabi.Kavga sebeplerimizden biri Vuslat'ın dağnıklıdır mesela.Odasında oluşan küçük küçük tepecikler benim hep sinirimi bozmuştur,saçlarını kuruttuktan sonra kurutma makinasını yerine kaldırmayışı da cabası.Daha sonra Vuslat hep şarkı söyler ;çok neşelidir çünkü.Ama bu şarkılar hep benim uyuduğum saatlere denk gelmemeli değil mi? AAA olur mu ama ben uyuyacağım ki Vuslat şarkı söylesin değil mi!Ya da hep ben uyurken Vuslat'ın aklına benim odamdan bir şeyler almak gelir.Çekmecelerden çıkan pat küt sesler beni hep uykumdan sıcratarak uyandırmıştır ve her seferinde evde çığlık çığlığa bir Elvan gezinmiştir.İşte kavga etmemize neden olan çoğu sebep bunlar bir de Vuslat'ın bitmek bilmeyen 'Tamam, 1 dakika' durumları.Bunları saymazsak aslında biz çoooookkkk huzurlu bir aileyiz:)
Ama ne de olsa o:Ailemizin en miniği, anneannemin en yaramaz torunu, dedesinin gülü, babasının küçüğü,annesinin canı, teyzesinin Vusi'si,kuzenlerinin kuzusu,halalarının 'artık bir şey'si(anlayana) ve ablasının en ama en KIYMETLİSİDİR.
Biliyorum birazdan yanımda bitip 'abla ya ne yazdın söylesene' diyip beni o meşhur ısrarcılığıyla akşam akşam öldürmeye çalısıcak.O yüzden ben okumasına izin vermeden ve yazımı bitirmeden önce şunu söylemeliyim: SENİ ÇOK AMA ÇOK SEVİYORUM KARDEŞİM BENİM.

20 Kasım 2009 Cuma


Anneliği en güzel anlatan varlık kanguru değil midir?Bana hep ilginç gelmiştir kanguruların kesesi.Yani neden kese?:) Tüm varlıklardan ayrıcalığı ne diye düşünmüşümdür çoğu kez.Ama şunu tamamen kabul etmeliyim ki anneliğin en çok yakıştığı hayvandır kangurular.Sadece tek bir yavru doğurabildiklerini, nadiren bunun 2 ye çıkabildiğini yeni öğrendim sayılır ve bunun üzerine nedense daha çok ilgi duymaya başladım onlara.Bu kangurular o kadar sevimli hayvanlar ki 6,5 ay boyunca durmadan bir yavruyu hem de 1 cmlik bir yavruyu emziriyorlar.Kesesinde bulunan 4 farklı memeyi, yavru kanguru gelişimine göre değiştirerek emiyor ve 6,5 ay sonunda büyümüş olarak keseden çıkıyor.Bu çok büyüleyici değil mi aslında.Tamam her anne bebeğini karnında taşıyor ;ama kangurular sadece 20-40 gün sonunda 1cmlik bebeklerini dünyaya getirip keselerine alıyorlar.Hem de bebeklerini keseye almaları sadece 3 dakika sürüyor.İşte bu yüzden benim en favori hayvanlarımdan biri kangurudur.Sevimli kulakları ve kesesinde taşıdığı yavrusuyla gezinen bir tip etrafımda hep olsun isterim:):) En iyisi Avustralya'ya gidip bir tane kapıp gelmek:p

19 Kasım 2009 Perşembe

Çok Eskilerden Bir Sayfa

Bazen tam da mutluluğu bulduğun anda başlar kaybetme duygusu... Artık çok mtlym dediğin anda içinde birşeyler kıpırdanmaya başlamıştır bile.İşte bu noktada en önemlisi inanmaktır bence.Ne olursa olsun tüm kalbinle inanabilmek...Aslında çok da kolaydır iananmak; asıl zor olan güvenmektir.Eğer güvenemiyorsan karşındakine, hayata ya da kendine; çok da bir anlamı yoktur yaşanılanların belki de.Hep denildiği gibi'hayal edebildiğin kadar yaşarsın' tezini ben işte tam da burada değiştiriyorum.Benim içinse 'Güvenebildiğin kadar yaşarsın' geçerlidir hep.Ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın hayatta eğer tek bir kişiye bile güvenebiliyorsan hissettiğin tüm şeyler gerçek demektir.O kadar önemlidir ki güven tüm ilişkilerin , tüm yaşanmışlıkların en derin noktasıdır.Ben eğer güvenemezsem ne anlamı kalır ki sevmemin,ne anlamı olur ki yaşadıklarımın.İçimde en ufak bir şüphe , çok cılız bir acaba dahi varsa hiçbir önemi yoktur tüm güzelliklerin gözümde... Cesaret de önemlidir bu hayatta.Bir şeylere başlayabilmenin, hayata tutunabilmenin en güçlü , en geçerli yollarındandır.Öylesine güçlü yapışmalı ki hayata, arsızlığın öyle bir dibine vurmalı ki, hiçbir acı , keder,umutsuzluk bozmamalı bunu.Tüm bunların yanında güvenmek ve tutunabilmek için hayata, bir neden gereklidir insana.Kimisine aşk, kimisine sevgi kimisine de acı gereklidir.En masumu sevgidir bence.Hiç de önemli değildir neyi,kimi sevdiğin; eğer gerçekten sevebilecek kadar yürekliysen.En başta da cesur bir kalp sevebilir.Son zamanlarda en çok hissettiğim de bu zaten.Naif bir kalbe koca bir yürek sığdırabilmek.Hayatta birçok kez yanılırız; ama sonradan da anlarız ki öyle bir an vardır ki şu hayatta:sevginin en büyüğünü, en çoşkulusunu bile taşıyabileceğini hissedebilmek.İindeki huzur, mutluluk, heyecan ve dinginlik öyle bir taşar ki yüreğinden sen bile anlayamazsın neler yaşadığını.Öyle bir sevgiyi bulabilmek belki de zordur;ama bir de bulursan senden güçlüsü yoktur artık.Başedebilmeli insan kendisiyle,çevresiyle,herkesle bunu kaybetmemek için.En azından denemeli.Keşkelere yer olmamalı hayatta.Bir kere geliyorsak eğer dünyaya neden tutmalı neden hapsetmeli ki onca şeyi içnde?! Hiç acı yok mudur peki hayatta?Tabi ki vardır;hem de alası.Başını duvarlara vurmak, kendinden vazgeçebilmeyi,herkesi,her şeyi terk edebilmeyi ister insn bazen.İstemeli de bazen; çünkü hüzünler ve acılar olmadan anlamsızdır mutluluklar heyecanlar....

11 Kasım 2009 Çarşamba

Ağlamak

'' Ağlamak güzeldir süzüllürken yaşlar gözünden

Sakın utanma,

Ağlamak; öfke, delice nefret, doruklarda aşk

Doyumsuz sevinç....

.......

Ağlamak şu gelip geçici dünyada

her şeye rağmen var olmak demek...''


Her dinlediğimde bir kez daha hayran kaldığım Sezen Aksu'nun bu şarkısı o kadar güzel anlatıyor ki ağlamayı.Hayatta çoğu insanın yaşarken utandığı şey-ağlamak- aslında en insani ve en gerçek olabildiğimiz şeylerden biri.Hiçbir zaman tatmin edici bir açıklama bulamadığım gözyaşlarımızla ilgili o kadar çok soru var ki aklımda; bizdeki nasıl bir hormon, nasıl bir vücut hassasiyetiyse en duygusal olduğumuz anlarda akan o yaşaları hala çok garipsiyorum ve bununla birlikte o yaşlar yüzünden utanılmasını da çok saçma buluyorum.İnsan kendi gerçekliğinden nasıl utananilir ki!Nasıl olur da erkeklere ağlamanın güçsüzlük olduğu bu kadar sert ve alaycı bir şekilde dikte ettirilebilir!Erkekler ağlamazmış, bal gibi de ağlar.Hissedebilien herkes ağlar bu hayatta, asıl ağlamayı ayıp bulanlar utanmalı kendinden yaptıkları ve gizlemeyi tercih ettikleri şeyi aslında yaşadıkları ve yaşanılmasını da kabul etmedikleri için. Yaklaşık 4 ya da 5 sene evvel yaşadığım ya da yaşımın getirmiş olduğu bazı saçmalıklar yüzünden sık sık ağlıyordum.Bu belki bir savunm mekanizması, belki de bazıları için- o zamanlar bazen benim için de- güçsüzlük belirtisiydi.Çevremdekiler beni o kadar sık ağlarken görmeye başlamıştı ki bu giderek çirkin bir hal almaya başlamıştı.Sonra bir gün ben de kendi kendime söz verdim bir daha ağlamayacağıma dair.Bunu belli bir süre başardım da ; ama sonra çok saçma bir şey yaptığımı anladım ve kendime çok kızdım.Başkaları için kendimden, duygularımdan vazgeçmeyi göze almıştım.İşte o zamandan beri de kimin benim için ne düşündüğünü pek de önemsemiyorum.Kim için , ne için söz vermiştim ki ben!Eğer ağlayacak derecede yoğun hissediyorsam, niye bunu durdurayım ya da engellemeye çalışayım ki!Bana göre ağlamak en güzel, en özel yaşam belirtilerinden biri şarkıda da dendiği gibi.Erkek ya da kadın olmanın ölçütü de değildir ağlamak.Müzik kadar evrensel ve bana kalırsa hüznünü belirtmenin en naif biçimidir.....