28 Aralık 2009 Pazartesi

En....

En güzeli küçük bir evde kocaman mutluluklar yaşamak
En güzeli en sevdiğin şarkıda ağlamak
En güzeli en çok sevdiğinin yanında gülmek
En güzeli en kıymetlinle yaşamak
En güzeli herkesi anlayabilmek
En güzeli yanlış da olsa bir karar verebilmek
En güzeli 1 kişiye bile olsa güvenebilmek
En güzeli koşulsuz sevebilmek
En güzeli kocaaa bir aileye sahip olabilmek
En güzeli sevildiğini bilmek
En güzeli patlamış mısırla film izlemek
En güzeli 'onun'la dans etmek
En güzeli sevdiğini söyleyebilmek
En güzeli acımadan merhamet edebilmek
En güzeli en kötüyü bile unutabilmek,
En güzeli şükredip teşekkür edebilmekTİRR....

Evet en güzeli bunlara sahip olabilmektir de hangimizde vardır bu güzellikler???!!!

HAYAT

Müthiş bir karmaşanın içinden öylesine acı dolu seslerle çıkmaya çalıştı ki yerinden; tam kalkmaya çalıştığı anda biri onu çekti ve havaya savurdu . Düştüğü yerde öylece tavana bakakaldı; gözlerinden süzülen iki damla yaşı izledi durdu. Gittikleri yolu vardıkları yeri izledi. İzledi izlemesine de bir anda fark ettik ki kocaman bir gökyüzünün pamuk gibi bulutlarının içersinde hayatının en anlamlı anını yaşıyordu.Onlarca melek tepesinde dolasıyor en mükemmel şarkıları mırıldanıyorlardı. Kapattı gözlerini , hiç bitmemesini istediği müziğin elbet sonunun geleceğini düşünerek. Sonra birden ayaklandı ve sonsuz bir boşlukta kendinden gecercesine dans etmeye başladı. Korkuyordu gözlerini açmaya; ya uyanırsa ya kaybolursa her şey diye. Tüm bunları düşünürken birden bir şey çekti çıkardı onu o andan. Daha ne olduğunu anlamadan bir de baktı ki kocaman bir gökkuşağının tam da ortasında duruyordu. Yürümeye başladı o müthiş renklere doğru ; ama attığı her adım biraz daha uzaklaştırıyordu onu renklerden. Bu sefer hızlanmaya başladı yakalamak için gökkuşağını; iyice hızlandı ve koşmaya başladı. Ama nafile... Bir türlü yakalayamıyordu. Sonra kocaman bir boşluğa düştü birden. Düştüğü yerin ıssız , uçsuz bucazsız bir nehir olduğunu anlaması uzun sürmedi. Eski bir kayıkla nehrin ortasında bir başınaydı. Huzurlu bir sessizlik vardı etrafta ;ama kimselerin olmaması içten içe ürkütücüydü de. Kürekleri alıp ilerlemeye başladı kayıkla. Sonsuz bir boşlukta kürek sallıyordu. Bir silüet belirdi birden tam karşısında. Anlamaya çalıştı kim olduğunu ; ama bulamadı maalesef. Artık iyiden iyiye sıkılmaya başlamıştı nasıl bir yerdeydi, neden böyle bir anın içinde gidiyordu anlam veremiyordu. Tüm bu belirsizliklerin içinden çekip çıkarılmak istiyordu ama bunu yapabilcek biri etrafta yoktu. Öylece savrulup duruyordu. Rüzgar nereye eserse, birileri nereye çekerse onu kapılıp gidiyordu.....
...
Kafasındaki tüm karmaşayla birden açıldı gözleri. Karşısında gördüğü tek şey çok güzel bir melekti.Hem de ona şarkılar söyleyenlerden biriydi. Bakışları ve verdiği huzur onu sakinleştirebilen tek şeydi. İşte o zamn anladı ki hayatının başıyla sonu aynı. Bu hayatta tek bir kalp vardı onun için o da hep yanında ve kalbinin en derinlerindeydi....

1 Aralık 2009 Salı

Eski bir konak


Bu bayram tailinde de yine evde durmadık ve başta istemeye istemeye Safranbolu'ya doğru yola koyulduk.Daha önce Saranbolu'ya gitmiştim; ama ilk defa Bağlar'a gittim ve o kadar hoşuma gitti ki orası inanılmaz keyif aldım.Tam bana göre bir yer dedim kendime ufak bir semt,biribirini senelerdir tanıyan insanlar ve çok güzel konaklar...Halamlarla beraber bol bol gezdik, yedik ve güldük.Hatta hayatımda ilk defa yarım porsiyon köfte ekmeği bir oturuşta bitirdim hem de o çok meşhur Bağlar gazozuyla:)İnanaılmaz şirin bir yer daha kaşfetmiş olduk:Safranbolu Safir Konak.Safranbolu'ya giden herkesin kesinlikle görmesi gereken bir yer.Rengarenk bir bahçe içinde kazlarla bir çay keyfi fena olmuyormuş:)Tüm bunlar bir yana aslında orada beni en çok etkileyen yer eski bir konaktı.Bu sene restoresine başlanıp otel olacak eski bir Safranbolu konağı.Şu anda dökük ve bakımsız olan bu konakta yaşayan onlarca şey keşfettik.Kitaplar, telefonlar,eşyalar ve de masanın üstünde duran bir asker şapkası.Onu ilk Vuslat(kardeşim) gördü ve bana da gösterdi.Hemen resmini çektim ve birden içim bir cız etti.
Şapka öylesine asil duruyordu ve öylesine eskimemişti ki birden kafamın içinde milyonlarca şey gezinmeye başladı.Vuslat'la biribirimize hep acaba kim yaşadı burda, nasıl bir aileydi, kim bilir neler yaşandı bu konakta? gibi sorular sormaya başladık.Bir de bunun üzerine 1932den kalma çok güzel bir ingilizce kitap bulunca merakım iyice arttı.Onlarca kitap vardı konakta; arapça, almanca, ingilizce ,türkçe.
Koca bir dolabın içi kitaplar ve ansiklopedilerle doluydu.Bir de dolapta metal bir kutu vardı.Onu alıp dışarıya çıkarınca içinde ilaçlar ve kapana benzeyen metal araçlar bulduk.İyiden iyiye sarmıştı bizi bu konak.Yeni sahibi ise tarih köşesi yapmak için kitapları ve diğer eşyaları çocuklarına toplatıyordu; ama ben o 1932 yılına ait kitaba takmıştım; ne olursa olsun almalıydım onu.Bu yüzden ev sahibinin kocasına sorup;iznimi aldıktan sonra kitap benim olduBu kitabı himaye etme görevi ise halamdaydı; o hala kadın aldığımızı görürse sorun çıkarabilir diye sevimli bir telaş içindeydi.Ama tüm bu kitaplara ve eşyalara rağmen beni o şapka her bakışımda niyeyse çok etkiliyordu.Sanki yıllardır tek başına yaşımış, her şeye karşı direnmiş bir insan duruyordu karşımda.Kim bilir kimdi? Nasıl bir hayattan savrulup gelmşti? hala bunu düşünüyorum ve çok merak ediyorum.Umarım bir gün şapkanın hikayesi bana ulaşır ve ben de burdan herkese belki de çok ilginç bir hikayeyi anlatmaya başlarım:)